ÖTENAZİ 

Ötenazi dediğimiz zaman insanın aklına ; gerek günümüzde ,gerekse geçtiğimiz senelerde , her nekadar bence tıbbın kendi etiğine uygunluğunu  kendi içinde tartışması ve bir karara bağlaması gerekiyorsa da , medyada çok tartışılan , ölümcül bir hastanın kendi veya akrabalarının isteği doğrultusunda ölüm (intahar?) hakkını kullanması geliyor. Fakat ben sizlere bu konudan bahsetmek istemiyorum. Türkçemizin esnekliği sayesinde başımdan geçen bir olayı dile getirmek arzusundayım. Geçen sene , bir kan bağı bulunmamasına rağmen bana birçok akrabalarımdan daha yakın olan,  İpsala ' daki tanıdıklarımın yanına kafa dinlemeye gitmiştim. Temmuz ayıydı. Öğlen vakitlerinde güneş inanılmaz kızgınlaşıyor ve taşların üzerinde yumurta pişirilebilecek kadar ısıtıyordu ortalığı. Akşamüstü ılımaya  başlayan hava, gece ise yerini gayet serin bir ortama  bırakıyordu.Denize sedece iki saatlik yolda olmasına rağmen tam bir kara iklimi yaşanıyordu. İklimden çok insanı etkileyen sivrisineklerdi. Güneşin batmasına yakın ortaya çıkıyor ve sabaha kadar terör estiriyorlardı. Hiç bukadar çok sivrisineği bir arada görmemiştim.Bütün gün güneşin altında kızan ve gece yatağınıza yattığınızda, size kendinizi odun fırınında pişmekte olan bir ekmek gibi hissettiren evlerin pencerelerini kapatmak söz konusu bile olamazdı. Fakat bu canavarlardan nasıl korunulacaktı? Kasaba halkı bu sorunu pencerelere eskimiş tülleri üç kat üstüste geçirerek ve geceleri gerekmedikçe evlerde ışık yakmayarak çözmeye çalışıyordu. Benim kaldığım evde bütün bu önlemlere rağmen içeri sızmayı başaran bu kan emiciler -o kadar çoklardı ki- ancak elektrik süpürgesi marifetiyle yok ediliyorlardı.İlk gece camdan dışarı baktığımda; sokak lambasının etrafına üşüşmüş sinekler lambanın etrafını aydınlatmasını engelleyecek  bir toz bulutu şeklini aldıklarını gördüm. Anlatılanlara göre bütün gece dışarıda kalmak zorunda kalan birisini sabaha kadar yer bitirir , sağ koymazlarmış. Konuyu daha fazla uzatmadan sizlere şu ötenazi konusunda yaşadığım şaşkınlığı anlatayım. Gittiğimin ya üçüncü , ya da dördüncü günüydü.Akşamüstü, evinde kalmakta olduğum tanıdıklarımın traktörü ile yine kendilerine ait olan elma bahçelerine dolaşmaya gittik.Bu arada söylemeyi unuttum:İpsala Yunanistan sınırına sadece on kilometre uzaklıkta bir yerleşim yeri.Yüksekçe biryere çıkıpta batıya doğru baktığınızda  gördüğünüz tepeler Meriç Irmak ' ının ardındaki Yunan topraklarıdır.Dolaşmaya gittiğimiz bahçelerde sınıra çok yakın bir noktada bulunuyordu. Dolaşırken Hüseyin Amca' ya Yunan sınırının nerede olduğu sordum.Parmağı ile üç yüz metre ötedeki ağaçları göstererek  "İşte şu ağaçların arkasındadır ötenazi " dedi.Ben iyi duyamadığımı düşünerekten "Neresi? " diye sordum.O sanki gösterdiği yeri anlamamışım gibi " Ağaçların arkası " dedi.İstediğim cevabı alamamış olmanın yarattığı sabırsızlık ile sesimi iyice merak konumuna getirdim ve sordum:"Hayır , hayır sen Yunanistan tarafı için ne dedin öyle? " .Sanki çok normal birşey söylüyormuş gibi "Ötenazi" dedi. Şaşkınlığımı üzerimden atınca daha net cevaplar alabileceğim sorular sormaya başladım ve öğrendim ki :İkinci Dünya Savaşı  sırasında Alman orduları Türkiye sınırına dayandığınnda, yani İpsala' ya dokuz kilometre kadar yaklaştığında, bu civar olduğu gibi askeri bölge olmuş. Söylediklerine göre sivrisinekten bile çok asker (Bizim tarafta Mehmetçik, karşı tarafta Hansçık) varmış .Yöre insanı hernekadar düşman burunlarının dibine kadar sokulmuş olsa da , yokluk içinde kıvransa da sivrisineklerin kendilerini rahat bırakmasını ve karınlarını Alman askerinin kanı ile doyurmalarını  mutlu bir olay telakki etmiş. Hatta rivayete göre birçok Alman askeri sivrisinekler tarafında yenip bitirilince Alman komutanlar tüm Türkiye'nin böyle sivrisinek kaynıyor olabileceğini düşünüp , önlemlerin alınması için Türkiye 'yi işgal planlarını uzunca bir süre askıya almışlar. Bu bekleyişin Türkiye' yi işgalden koruduğuna yürekten inanıyor yöre halkı.Kahvede tanıştığım bazı kişiler söylentinin boyutlarını daha üst seviyelere taşıyarak; Hitler' in emri ile buradan alınan bazı sinek örneklerinin laboratuarda incelendiği ve sineklerin Almanlar' a karşı kullanılmak üzere Türkler tarafından eğitilip eğitilmediği ve eğitildiyse , bunun nasıl yapıldığı araştırılmış. Neyse biz rivayetleri bırakalım esas konumuza dönelim:Ötenazi. Hüseyin Amca' dan dinlediğime ve kahvede oturanlarında yüzde yüz onayladığına göre : Savaş yıllarda askerle içli dışlı olan kasabalılar askerlerden öğrendikleriyle düşman askerlerini nazi olarak bellemişler ve bundan sonra hep orada kalacaklarını düşündüklerinden (kasabalılar bu inanışı Almanlar'ın çok güçlü olmasına bağlıyor) sınırın karşı tarafına "Yunan" demekten vazgeçip, sınırın " öte " tarafının nazi toprağı olduğu anlamına gelen " ötenazi " deyişini kullanmaya başlamışlar. İşte ben " ötenazi " teriminin İpsala dışında hiç bilinmeyen ve kullanılmayan anlamını bu gezim sırasında öğrendim.Ve birkere daha anladım ki; Türkçemiz ne kadar enteresan bir dil ve insanımız ne kadar yaratıcı ki ötenazi gibi Dünya dil belleğine yeni katılmış bir kelimeyi yıllar öncesinden ve çok farklı bir anlamda -hernekadar kısıtlı bir coğrafyada olsa da- dilimize katabiliyor.

ILGIN KAYRAL

 

 

                                                  

BU ÖYKÜYÜ

ARKADAŞLARINIZA            GÖNDERİN

İsminiz:  
Arkadaşınızın mail adresi:

Sizin mail adresiniz:  

      

[Ana Sayfa]

[Paylaşım Dergisi]

[Fotoğraflarım]

[Şiir Sayfası]

Sizin Köşeniz

[Linkler]

[Son Şiir]

[Kimim]

[Mail]

[Misafir Defteri]

Copyright © 1997-2000 Serdal KARAKAYA